TAKIL PEŞİMİZE YABANCI
Yaz aylarını her zaman sevmişimdir, kesin olarak bir neden bulamasam da evimde yaşadığım bir olayın kalıcı bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bayburt mevsimi, yöre halkının tabiriyle 9 ay kış, 2 ay ayaz, 1 ay da yazdır. Benim çocukluğumda bir hayli soğuk ve karlı geçerdi Bayburt'ta kış mevsimi.
Kış aylarında annemin ''banyo yap'' (Hep biraz eksik gelmiştir bu deyim bana.) telkinlerine pek kulak vermezdim.Zira evimiz sobalıydı ve hepinizin bildiği gibi sobayla sadece belirli yerler ısıtılırdı.Soğuk kış günlerinde duş almak her zaman çok büyük bir yük olarak gözükmüştür bana.
Karasal iklimde yaşayan bir çok insanın hayalidir Batı Anadolu.Şöyle denizden meltem hafif hafif esecek.Tepede güneşin farklı tonlarıyla iyice yanacak bedeniniz,bir buğday gevrekliğinde.
Henüz hiç Batı Anadolu'ya gitmemiş biri olarak gittiğimde bu hayallerimin bir düş kırıklığına dönüşmemesini arzu ediyorum.
Tüm bunları sizlere bir hayalimi anlatmak için yazıyorum.
Henüz hiç gitmediğim Batı Anadolu'nun bir sahil kasabasında küçük bir kafe açmak benim hayalim.
Başta pek özgün olarak görünmeyen bu hayalin öyküsünü beraber okuduğumuzda fikirlerinizin değişeceğini düşünüyorum.
Hadi başlayalım öykümüze:
Kahramanımız Mustafa Konya'dan yola çıkmıştır, yıllardır gerçekleştirmek istediği hayaline doğru yol almaktadır.
Tipik bir Batı Anadolu kasabasında, hani şu çoğumuzun dizilerde gördüğü, tarlalarında çalışan, meyvecilik yapan ve çok beğendiğimiz batı Anadolu ağzıyla (Şive değil dikkat edelim.) konuşan insanlarımızın diyarına yorucu otobüs yolculuğundan sonra nihayet ulaşmıştır.
Henüz yeni tanıştığı insanların sıcaklığıyla arkadaşlar edinmiştir kahramanımız.Pek sıcakkanlıdır kendisi, bir de gevezedir sormayın gitsin.Çok sever insanları.
Kaldığı misafirhanenin sahibi Ayşe teyze Mustafayı görünce sorar:
-Mıstava napıp durun? Kocamanla napıp duru?
-Durupduruz gari.Onlarda oturup duru.
Kocamanlardan kasıt olan yaşlılar işin mavrasıydı aslında.Kendini bu topraklara ait hisseden Mustafa buralı olmaya çoktan hazırlamıştı kendini.
Mustafa, meltem esintilerinin onu denize çektiğini hissettikçe kendini tutamıyor, meltemle yeni tanıştığını unutuyordu.
Sahile doğru yürümeye başladı.Yol kenarından geçen insanları süzüyor ve evlere,barakalara istemsiz bir hayranlık duyuyordu.
Sahile indiğinde şaşırmamıştı zira koruma altında olması gereken sit alanları yandaş şirketlere satılmıştı. Bilmem hangi villanın bilmem hangi jakuzisinde keyif yapan hangi insanın aklına gelirdi ki doğanın yüreği?
Bir küfür salladı ağzından Mustafa, hafif tükürüklü, okkalı biraz.
Kendisinin talip olduğu, eskiden köy kahvesi olarak kullanılmış dükkâna girdi.
İki göz odası bulunan bu yapının sağlam bir tadilata ihtiyacı vardı ancak Mustafa şimdiden kafasında kafesini tasvir etmiş ve o tasvirdeki renkli hayallere kapılmıştı bile.
Edebiyat aşığı olan Aslı hanım, baba yadigarı bu eski harabenin bir edebiyat masalından çakmışçasına cazibeli bir kafeye dönüştürme fikrini duyunca onu bile heyecan sarmış ve makul bir fiyata satmıştı çift gözlü eski kahveyi.
Çalışmalar tüm hızıyla başlamış, pembe ve mavinin duvarlarda raks ettiği bir tasarım planlanmıştı.Hayatın her merhalesinde bulunan "siyah" bu şiir kokulu duvarlarda bir kara gülü temsil edecekti.Bilirsiniz anlamını.
Masalar bir saman kağıdı şeklinde olacaktı ve eski hatıraları bir bir insanlara anımsatacaktı, bu görev verildi onlara.
Tüm hatıraları anımsatan masalarda sarı ve kahverenginin birlikteliğine ölümsüz şiirler eşlik edecekti.
Her masanın üzerinde yazılı olan mısralardaki kelimelere farklı anlamlar yüklenecekti.
"Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa,
Henüz dinlemedin benden türküler,"
Kırgın çay demekti, bakma kahve, yüzüme salep, henüz ise portakal suyu. (Rosayı merak ediyorsunuz ama onun anlamına dokunmaya haddim olarak görmüyorum.) Müşterimiz kendine en yakın hissettiği kelimeye dokunacak ve dokununca masanın üzerinde bulunan bir renk yanacak, garsonumuzda buna göre servis yapacaktı.
Seçim hislerin olacaktı.
Garsonumuzun ayakkabısından tutunda saç bandanasına kadar şiir kokacaktı.
Her masanın bir kalbi olacak kalbi hissedebilen, hissettirebilen onur konuğumuz olacaktı.
Kitapların özenle süslendiği bir kütüphaneyi unutmadım tabi.Ama kitaplar alfabetik sırada değil dağınık bir şekilde sergilenecekti.Hayır tahmin edemediniz tavanımızı süsleyecekti kitaplığımız bir bir düşecekti üzerimize yazarlar,yazılananlar ve unutmamak gerekir yazdıranlar.
Daha önce kara gözlü zalim olmuş ve hayatın farkındalığında demlenmiş aşıklarımıza özel özgürlük hücremiz olacak birde.
Korkmayın şiirle yapacağız işkencelerimizi...
Hayalleri yıldızlara sığdırdık, en güzel en mavi göğümüzde, geç olmadan, doğanın yüreği dağlanmadan, bir ya da bir kaç ağaç kurumadan hadi koşalım, koşalım yeşile, maviye.
Ayrı gayrı yok el ele tutalım hep beraber, bakın bize özeniyor beyaz güvercinler hadi barışı çalalım onlardan ve saygımızdan eğilelim sebepsizce var olduğunu düşündüğümüz karıncalara, hadi iki gözlü iki ayaklı insan misali canavarlar gitmeden biz gidelim, güne ve geceye biz çakalım ilk selamı ve yine biz yaşayalım meltemle ilk aşkı.
Elden gitmeden hadi takıl peşimize yabancı, şart değil batı Anadolu, mavinin, yeşilin ve dahi grinin olduğu her yere...
Bayburt mevsimi, yöre halkının tabiriyle 9 ay kış, 2 ay ayaz, 1 ay da yazdır. Benim çocukluğumda bir hayli soğuk ve karlı geçerdi Bayburt'ta kış mevsimi.
Kış aylarında annemin ''banyo yap'' (Hep biraz eksik gelmiştir bu deyim bana.) telkinlerine pek kulak vermezdim.Zira evimiz sobalıydı ve hepinizin bildiği gibi sobayla sadece belirli yerler ısıtılırdı.Soğuk kış günlerinde duş almak her zaman çok büyük bir yük olarak gözükmüştür bana.
Karasal iklimde yaşayan bir çok insanın hayalidir Batı Anadolu.Şöyle denizden meltem hafif hafif esecek.Tepede güneşin farklı tonlarıyla iyice yanacak bedeniniz,bir buğday gevrekliğinde.
Henüz hiç Batı Anadolu'ya gitmemiş biri olarak gittiğimde bu hayallerimin bir düş kırıklığına dönüşmemesini arzu ediyorum.
Tüm bunları sizlere bir hayalimi anlatmak için yazıyorum.
Henüz hiç gitmediğim Batı Anadolu'nun bir sahil kasabasında küçük bir kafe açmak benim hayalim.
Başta pek özgün olarak görünmeyen bu hayalin öyküsünü beraber okuduğumuzda fikirlerinizin değişeceğini düşünüyorum.
Hadi başlayalım öykümüze:
Kahramanımız Mustafa Konya'dan yola çıkmıştır, yıllardır gerçekleştirmek istediği hayaline doğru yol almaktadır.
Tipik bir Batı Anadolu kasabasında, hani şu çoğumuzun dizilerde gördüğü, tarlalarında çalışan, meyvecilik yapan ve çok beğendiğimiz batı Anadolu ağzıyla (Şive değil dikkat edelim.) konuşan insanlarımızın diyarına yorucu otobüs yolculuğundan sonra nihayet ulaşmıştır.
Henüz yeni tanıştığı insanların sıcaklığıyla arkadaşlar edinmiştir kahramanımız.Pek sıcakkanlıdır kendisi, bir de gevezedir sormayın gitsin.Çok sever insanları.
Kaldığı misafirhanenin sahibi Ayşe teyze Mustafayı görünce sorar:
-Mıstava napıp durun? Kocamanla napıp duru?
-Durupduruz gari.Onlarda oturup duru.
Kocamanlardan kasıt olan yaşlılar işin mavrasıydı aslında.Kendini bu topraklara ait hisseden Mustafa buralı olmaya çoktan hazırlamıştı kendini.
Mustafa, meltem esintilerinin onu denize çektiğini hissettikçe kendini tutamıyor, meltemle yeni tanıştığını unutuyordu.
Sahile doğru yürümeye başladı.Yol kenarından geçen insanları süzüyor ve evlere,barakalara istemsiz bir hayranlık duyuyordu.
Sahile indiğinde şaşırmamıştı zira koruma altında olması gereken sit alanları yandaş şirketlere satılmıştı. Bilmem hangi villanın bilmem hangi jakuzisinde keyif yapan hangi insanın aklına gelirdi ki doğanın yüreği?
Bir küfür salladı ağzından Mustafa, hafif tükürüklü, okkalı biraz.
Kendisinin talip olduğu, eskiden köy kahvesi olarak kullanılmış dükkâna girdi.
İki göz odası bulunan bu yapının sağlam bir tadilata ihtiyacı vardı ancak Mustafa şimdiden kafasında kafesini tasvir etmiş ve o tasvirdeki renkli hayallere kapılmıştı bile.
Edebiyat aşığı olan Aslı hanım, baba yadigarı bu eski harabenin bir edebiyat masalından çakmışçasına cazibeli bir kafeye dönüştürme fikrini duyunca onu bile heyecan sarmış ve makul bir fiyata satmıştı çift gözlü eski kahveyi.
Çalışmalar tüm hızıyla başlamış, pembe ve mavinin duvarlarda raks ettiği bir tasarım planlanmıştı.Hayatın her merhalesinde bulunan "siyah" bu şiir kokulu duvarlarda bir kara gülü temsil edecekti.Bilirsiniz anlamını.
Masalar bir saman kağıdı şeklinde olacaktı ve eski hatıraları bir bir insanlara anımsatacaktı, bu görev verildi onlara.
Tüm hatıraları anımsatan masalarda sarı ve kahverenginin birlikteliğine ölümsüz şiirler eşlik edecekti.
Her masanın üzerinde yazılı olan mısralardaki kelimelere farklı anlamlar yüklenecekti.
"Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa,
Henüz dinlemedin benden türküler,"
Kırgın çay demekti, bakma kahve, yüzüme salep, henüz ise portakal suyu. (Rosayı merak ediyorsunuz ama onun anlamına dokunmaya haddim olarak görmüyorum.) Müşterimiz kendine en yakın hissettiği kelimeye dokunacak ve dokununca masanın üzerinde bulunan bir renk yanacak, garsonumuzda buna göre servis yapacaktı.
Seçim hislerin olacaktı.
Garsonumuzun ayakkabısından tutunda saç bandanasına kadar şiir kokacaktı.
Her masanın bir kalbi olacak kalbi hissedebilen, hissettirebilen onur konuğumuz olacaktı.
Kitapların özenle süslendiği bir kütüphaneyi unutmadım tabi.Ama kitaplar alfabetik sırada değil dağınık bir şekilde sergilenecekti.Hayır tahmin edemediniz tavanımızı süsleyecekti kitaplığımız bir bir düşecekti üzerimize yazarlar,yazılananlar ve unutmamak gerekir yazdıranlar.
Daha önce kara gözlü zalim olmuş ve hayatın farkındalığında demlenmiş aşıklarımıza özel özgürlük hücremiz olacak birde.
Korkmayın şiirle yapacağız işkencelerimizi...
Hayalleri yıldızlara sığdırdık, en güzel en mavi göğümüzde, geç olmadan, doğanın yüreği dağlanmadan, bir ya da bir kaç ağaç kurumadan hadi koşalım, koşalım yeşile, maviye.
Ayrı gayrı yok el ele tutalım hep beraber, bakın bize özeniyor beyaz güvercinler hadi barışı çalalım onlardan ve saygımızdan eğilelim sebepsizce var olduğunu düşündüğümüz karıncalara, hadi iki gözlü iki ayaklı insan misali canavarlar gitmeden biz gidelim, güne ve geceye biz çakalım ilk selamı ve yine biz yaşayalım meltemle ilk aşkı.
Elden gitmeden hadi takıl peşimize yabancı, şart değil batı Anadolu, mavinin, yeşilin ve dahi grinin olduğu her yere...
Yorumlar
Yorum Gönder