HÂL
HÂL
Gün
ağarmaya başlıyordu. Demirbaş listelerinin olmadığı kütüphanenin camlarına
vuran ilk gün ışıkları raflarda bulunan tozları uykularından uyandırıyordu. Her
yaştan kitabın aynı yerde aynı sınırlarda durması kitap denilen bilgi yığınının
insani olmadığını gösterir gibiydi, sıralanmalarıyla. Oysa aynı yığınlar
içerlerinde barındırdıklarıyla insana en yakın tür gibiydi, maymundan önce.
Görmeyi sağlıyordu günün ilk ışıkları; kitapları, insanları, tabiatı. Mergen, işte
bu gün ışıklarının altında kahverengi gözleri açık bir şekilde uyuyordu. Bir
masadan ziyade bir dağın üzerinde uyuyordu; üst üste yarı açık yarı kapalı,
sola ve sağa kaymış kitap yığınının üzerinde Mergen’in kafası vardı.
Ayzıt,
güneşin ilk ışıklarıyla aynı vakitte kapısında kilit de olmayan kütüphanenin
içerisine girmişti. Göğün gündelik mavisini kütüphaneye getiren bu ışıklar
Ayzıt’tan payını alarak raflar arasında yansıya kırıla kaynaklarına geri
dönüyordu. Mergen’in kitapların üzerinde
uyuya kaldığını görünce onun dün geceden beri burada olduğunu düşündü.
Sessizliği bölmemek adına ayakkabılarını çıkardı, yalın ayak, raflar arasındaki
koridorlardan ilerleyerek hedefine vardı. Molla dedemle yaşıt kitabı eline
alarak incelemek için güneş ışığını en az gören masaya oturdu.
Mergen
o sırada gözlerini kapadı, biyolojik saatinin vermiş olduğu alarmla irkildi ve
artık uyanıyordu. Bilgilerden sarhoş olmuş bir halde akşamdan kalma insanı
andırıyordu. İçerisindeki yalın hali garipsemiş olacak ki gözlerini açarak önce
soluna sonra sağına doğru bakındı. Solunda gün ışıkları sağında ise Ayzıt
vardı. Ayzıt’ın kitaba daldığını fark edince onu rahatsız etme endişesiyle
hareket edemedi. Çünkü oturduğu koltuğu hareket ettirdiği anda fayansın yüzeyi
ile koltuğun metali birbirlerine öfkelenecek ve en olmadık sesleri
çıkaracaklardı. Fayansın yüzeyi ile koltuğun metali bağrışan ana babaların
seslerinden daha itici, Ayzıt ise bunlara maruz kalan çocuklardan daha hassas
bir yapıya sahipti, Mergen böyle düşünüyordu.
Asıl
incelemesi gereken kitabın Mergen’in baş yastığı olmasına rağmen ona müdahale
etmemek adına zamanın geçmesi için eline aldığı kitaba yoğunlaşan Ayzıt, Mergen’in
uyandığını gerçek ile hayali ayırdığı o satırları okuyunca fark etti. Mergen
kitapları siper etmiş Ayzıt’a bakıyordu, masanın üzerinde yalın ayak bağdaş
kurarak oturan Ayzıt’a kitabı gösterdi. Ayzıt’ın tebessümü ile o lanet sesi
çıkararak masasından ayrıldı ve kitabı ona verdi. Sonra Ayzıt’ın yalın ayak
olduğunun bilinci ile onun ayakkabılarını aldı ve ona verdi. Son olarak kütüphanede
savaş istemediği için fayansla çatışmayacağına söz aldığı ahşap sandalyeyi ona
verdi ve oradan ayrıldı.
Mergen
o kütüphaneden gidince Ayzıt senelerce onun verdiklerini düşündü.
İ
Gün batmaya başlamıştı. Göğün kızıllığı Ayzıt’ın bahçesindeki bitkilerin rengine kendi tonundan gölgeler bırakıyordu. Bu bahçe dağların sınırlarını kendi belirlemiş geniş bir ovanın ırmağa en yakın yerinde yer alıyordu. Irmağın sularından beslenen bu bahçenin içerisinde her çeşit meyve ve sebze yetiştirmek mümkündü, burası endemik bir yapıya da sahipti, insan kadar. Bahçıvanı bulunmayan bu bahçenin dostu olan Ayzıt, mevsimine uygun bitkiler yetiştiriyordu. Akşamın bu ilk ığıllığında bahçeden aldığı ürünlerle bir yemek yapma uğraşında idi. Bu yemekle bahçesinin içerisinde ve dışarısında bulunduran canlıları besleyecekti. Bir domates dalına uzanıyor domatesin olgunlaşıp olgunlaşmadığını parmaklarıyla kontrol ediyor, olgunlaştığına ikna olduğunu yeryüzü sofrası desenli eteğinde oluşturduğu gediğe yerleştiriyordu. Yemek için ürünlerini toplayan Ayzıt, mutfağa doğru yol aldı, gidişi yaprak kımıldatan cinstendi.
Bu sırada Mergen bir fasulye yaprağına
destek olarak dikilen odun parçasının işlevini düşünüyordu. Canı sıkılmış
olacak ki oradan ayrılarak suni bir lamba ile aydınlanan kamelyanın içerisine
oturmak için geldi ve oturdu. Bahçedeki ürünlere ve onların detaylarına
baktıkça aklına bir sürü fikir geliyor, bunları düşünmeden edemiyor, canı
sıkıldıkça yer değiştiriyordu, düşüncelerinden kaçamıyordu: ‘’Kahverengi
kamelyanın cilalı dış yüzeyi gökte beliren ayın, güneşten borç aldığı ışıklarla
aya borçlanıyordu, ilk sevgililerin borcu kadar.’’ Düşüncelerinin bitkilerden
sıyrıldığını fark eden Mergen, bu karmaşaya dayanamayarak ayağa kalktı.
Ayzıt, yapmış olduğu yemeklerden
kuşlara, köpeklere, kedilere, atlara, uğur böceklerine, tırtıllara,
solucanlara, ördeklere, kurtlara, tavşanlara, sincaplara ve diğer canlılara
verdikten sonra Mergen’e yöneldi. Aslında bu yemekten, daha önce her zaman
yaptığı gibi Mergen’e verecek, ona tattıracak, ondan sonra ise tabiattaki
canlılarla paylaşacaktı. Ama Ayzıt’ın mutfaktan geldiği anda, Mergen’in gözü
bahçedeki tüm bitkileri yok etmek adına girişmiş olduğu savaştan başkasını
görecek halde değildi. Ayzıt ona salatalık vermişti, o ise salatalıkların
dallarını üzerlerine basarak kırdı, düşüncelerini değil; Ayzıt ona domates vermişti,
o ise domateslerin dallarını tekmeleriyle kırdı, kalbini kırar gibi. Onun
bahçedeki tüm bitkileri yaralamasına engel olmayarak elindeki yemekleri
canlılara veren Ayzıt, Mergen’in sakinleştiğinden emin olmadan sadece onun
sabit bir halde kalmış olmasını fırsat bilerek ona yemek verdi ve oradan
ayrıldı.
Ayzıt o bahçeden gidince Mergen
senelerce onun verdiklerini düşündü.
‘’Sevgi vermektir, almak değil’’ Erich
Fromm- Sevme Sanatı
Yorumlar
Yorum Gönder