POSTER


Yıllardır ''alışkanlıklarımın küflü sığınağında'' yaşıyorum; 

Güneş göğün ikileminde kararını vermiş batıya doğru gidiyordu ve o sırada sigara dumanlarından kirlenmiş perdelerin gölgesinde iki genç adam uyuyordu. İyice havasızlaşan odada birçok şair ve yazarın posteri vardı. O dönemlerde fikir ve edebiyat dergileri belki tirajını artırmak için belki paylaşmak için belki başka bir amaçla bu posterleri derginin yanında armağan ediyordu. Duvarda asılı olan posterlerden birinin alt kısmında el yazısı ile şöyle yazıyordu: yazarlar, hayatımızdan eksilen insanların geride bıraktığı silinmez izlerin tercümanıdır. Odada on bir tane poster vardı.

Bant izleri kiminde taze kiminde ise pörsümüş bir haldeydi. Gözüme ilk çarpan Aşık Veysel posteriydi. Ama bu diğerleri gibi bir dergiden değil de daha çok bir sergiden alınmışa benziyordu. ‘’Kübist bir yaklaşım’’ demişti bir arkadaş posterdeki resim için. Posterin altında ‘’B. Rahmi’’ yazıyordu. İki kişilik bir eksikliğin betimlendiği postere baktıkça Veysel’in etrafını çeviren kuşların ötüşünü merak ediyordum. Sonra aklıma o kuşları ötüştüren B. Rahmi geldi. Veysel’in dalına konmuş kuşlarda B. Rahmi acaba hangi sesi arıyordu: ‘’eyi bir yüz çatılarda gülerken/bir güvercin havalandı içimden/kar göğüslü bir güvercin[1]’’

Veysel posterinin paralelinde, karşı duvarda Dostoyevski posteri vardı. Açık alnı, düz saçları ile yeni bir romanı düşünüyor gibiydi. Öyle bir dikkat kesilmişti ki beni bile fark edemiyordu, gözlerinin içine bakıyordum ama görmüyordu. Boynunca uzamış sakalları bir bataklığı andırıyordu, onu besleyen bataklığı. O, bataklıkta konuşuyor ve konuştukça havasız odanın pusunda yaşıyor gibiydi. Bu adamı odanın içerisinde sadece bir eksikliğe karşılık barındırmak olanaksızdı. O konuşuyor diğerleri dinliyordu: ‘’Yapayalnız, soylu bir yüreğe tattırdığın o bir dakikalık mutluluk için her zaman şükranla anacağım seni![2]’’

Odanın kirişinden ayrık otu gibi bir poster duruyordu, Nazım Hikmet posteri. Mavi bir zeminde uzaklara bakıyordu Nazım. Nazım, umutla bakıyordu uzaklara. Ne yukarı, ne aşağı karşıya doğru bakıyordu. Nazım’ın bakışlarında bir mahcupluk ta vardı. Nedeni, nasılı kestirilemeyen bir mahcupluk. Sanki kendi yazdığı bir şiir kulaklarında çınlıyor, o ise rahatsızlık duyuyordu. Umudunu yitirmiş değildi ama bir mahcupluk vardı, tuhaf bir mahcupluk. İnsanın aklında bir ömür kalabilecek birlikteliklerin yaşanacağı umudu ve  yaşanamamışlıkların acısıyla tüten mahcupluk, devrimci sevdalığı her çağın: ‘güneşli bir ormanda dalmak gözlerine/ve kan ter içinde, aç ve öfkeli/ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin/sende, ben, imkânsızlığı seviyorum/fakat asla ümitsizliği değil…[3]’’   

Ne yana baksam bir tanıdıkla göz göze geliyordum… Albert Camus kimse beni görmesin, görüyorsa bakmasın, bakıyorsa ses vermesin der gibiydi. Issız ve karanlık sokaklarda, elektrik direklerindeki lambaların yansımasıyla yüzü bir görünen bir kaybolan Camus’nün kendine karşı yabancılığı insanı içinden çıkılmaz tartışmalara ve bir mide bulantısını andıran duygulara götürüyordu. Hangi anlamsızlığın ya da hangi başedememenin tercümanı bu poster: ‘’içimde bütün gün dinmek bilmeyen bir bulantı vardı. Kimseye zararı dokunmayan bir şeyden ne diye yoksun bırakıldığımı anlayamıyordum[4]’’  

Nazım’ın bulunduğu kirişin sol yanındaki duvarda, köşede,  Sabahattin Ali, Yusuf Atılgan, Cemal Süreya ve Turgut Uyar vardı. Bir masanın etrafında oturuyor gibiydiler. Cemal Süreya hevesle bir kadını anlatıyordu: ‘’oydu bir bakışta tanıdım onu/kuşlar bakımından uçarı/çocuk tutumuyla beklenmedik/uzatmış ay aydın karanlığıma/nereden uzatmışsa tenha boynunu.[5]’’ Bir anıyı anlatıyordu aslında, bir serzenişi, kulaklarımla duydum; onunla mutsuzluğu bile övüyordu. Tuhaf adamdı bu Cemal Süreya. Gözlerime baktıkça anlatıyor, hazirunla beraber bende dinliyordum. Kısık gözlerinin altında sakladığı sevdaların sözünü ediyordu. Bir sessizlik oldu sonra. Sabahattin Ali elinde dolma kalem ile bir şeyler karalıyordu: ‘’Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler? Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?[6]’’ Masanın her bir köşesinde ayrı bir benlik ve bu benlikle bezenmiş ayrı hayatlar duruyordu. Dört mevsimi edebiyatın, bir odanın içerisinde öylece duruyordu. Yusuf Atılgan, sessiz bir tonla konuşmaya başladı, içine konuşur gibiydi: ‘’Yüksek sesle konuşulanlar, tartışılanlar hep bilinen şeyler olduğuna göre ülkenin yönetimini asıl etkileyen, düzenleyen şeyler bu fısıltılarda gizliydi anlaşılan[7]’’ Bu sözleri arka masalarda oturan siyah takım elbiseliler için söylemiş olabilirdi. Zira o siyah takım elbiseli adamlar Sabahattin Ali’nin peşindeydi. Her biri aynı gerçekleri biliyor gibiydi de, göz göze bakmadan, birbirlerinin sözüne karışmadan anlaşabiliyorlardı. Turgut Uyar sol gözüyle siyah takım elbiseli adamları şöyle bir yokladı, sonra ellerini masanın ortasında birleştirdi: ‘’işte herkes yüz yüze şimdi geceyle/karşılıksız suçlamalarla avutuyor kendini/’senin aşkındır’ diyor uzun iç çekişlerle birisi/birisi ‘her şey uzakta artık’/İstanbul karagümrükte bir evde/ belki de başka bir yerinde dünyanın/’hayır’ diyor birisi ama neye[8]’’

Yatağında sol yanından sağ yanına dönen gencin uyanacağı korkusuyla irkildim. Saat onların uyanma zamanına yaklaşıyordu. Uykularında nasıl da masumdular. Bu tılsımlı yolculuğa bir son vermeli diye düşünürken arkamı dönerek kapıya yöneldim. Ahşap kapının bitişiğinde, duvarda, Shakespeare posterini görünce durakladım:

’BENVOLIO: Beni dinle ve onu düşünme, unut!
   ROMEO: Öğret bana, nasıl unutulur düşünmek?[9]’’

Odanın kapısını sessizce açtım, yavaş hareketlerle odadan çıkarken kapıyı ardına çektim. Hızlı adımlarla odadan uzaklaştım.







[1] Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Dol Karabakır Dol, (Bir Güvercin Uçuverdi), İş Bankası Yayınları,  s.362.
[2] Dostoyevski, Beyaz Geceler (Çev. Ergin Altay), Bilge Kültür Sanat, s.80.
[3] Nazım Hikmet, Henüz Vakit Varken Gülüm (Yine Sana Dair), YKY, s.66.
[4] Albert Camus, Yabancı(Çev. Samih Tiryakioğlu), Can Yayınları.
[5] Cemal Süreya, Sevda Sözleri (Yazmam Daha Aşk Şiiri), YKY, s.43.
[6] Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf, YKY.
[7] Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli, YKY.
[8] Turgut Uyar, Büyük Saat (İşte Herkes Yüz Yüze), YKY, s.574
[9] William Shakespeare, Romeo ve Juliet (Çev.Özdemir Nutku), İş Bankası Yayınları, s.13.

Yorumlar

Popüler Yayınlar